Elif Key- New York
ABD’de siyah Amerikalıların polis tarafından mağdur edilmesi ve öldürülmesi…Ülkede Afrikalı Amerikan toplulukları ile polis arasındaki bu gerilim yüz yıllardır var. Ve George Floyd da bu listenin ne ilk ne de son ismi olarak kalacak. Zira ABD’de polisliğin yine yapılandırılması, sistemin merkezinde polisin siyah Amerikalılara uyguladığı şiddetin tekrar tartışmaya açılması, sistematik ırkçılığın her boyutuyla konuşulması gerek.
George Floyd, geçen yıl bugün, 25 Mayıs 2020’de polis memurları tarafından yere yüzüstü yatırılmış, elleri arkadan kelepçelenmiş haldeydi. Beyaz polis memuru Derek Chauvin dizini Floyd’un boğazının üzerinde 9 dakika 29 saniye kaldırmadan bastırdı.
Chauvin, o gün sokaktan geçen 17 yaşındaki genç kız Daniella Frazier tarafından video kaydına alınmasaydı, Floyd’un hayatını kaybettiği son anları bir anda tüm dünyaya yayılmasaydı, büyük ihtimalle hakkında hiçbir soruşturma açılmayacak ve siyahlara uyguladığı şiddet örneklerine devam edecekti.
Polis reformu çağrıları işe yarıyor mu?
Peki o günden bugüne neler yaşandı?
Artık şunu demek mümkün mü: “Bu olay ABD’yi baştan şekillendiriyor, bir daha böyle bir cinayete şahit olmayacağız”. Mümkün değil, lakin bu cinayetin yıllardır süren polis reformu çağrılarını tetiklediğini söylemek mümkün.
Polisin güç kullanma politikalarında reform yapılması çok geniş destek bulsa da, aslında ABD’de yine parti çizgileri arasında keskin bir bölünme yaşıyor.
Demokratlar ve bağımsızlar polislik politikasında reform yapılması gerektiğini söyleseler de Cumhuriyetçilerin yalnızca üçte biri bunun gerekli olduğunu düşünüyor.
Polislik faaliyetlerinin ırk ayrımcılığından nasibini fazlasıyla aldığı ise rakamlara dahi yansıyor: Harvard Üniversitesi’nden ekonomist Roland Fryer, bundan beş yıl önce yazdığı bir makalede, polisin güç kullanımındaki ırksal farklılıkları araştırmış ve beyazlara oranla siyahlara çok daha fazla şiddet uyguladığını ortaya koymuştu.
Makalesi için Teksas, Florida ve California, New York gibi 10 büyük emniyet teşkilatından gelen verileri inceledikten sonra ortaya çıkan tabloya göre, polisin siyah zanlıları ele geçirme olasılığı beyaz olanlara göre yüzde 25 daha fazlaydı. Ve ayrıca polis zanlıyı ele geçirdikten sonra onları kelepçeleyerek, yere zorla yatırarak ya da duvara ittirerek bir güç kullanmayı tercih ediyordu.
Spesifik olarak, New York polisi siyahlara yüzde 25 daha fazla cop veya biber gazı kullanıyordu, onları yüzde 18 daha fazla duvara itiyordu, silahını onlara yüzde 24 daha fazla doğrultuyordu ve bu da şiddetin aslında sürekliliğine işaret eden verilerdi.
Ve bu konuda hiçbir ilerleme kaydedilmediği gibi siyahların polisle işbirliği yapmadığı, tutuklanmaya direnme kültürüne sahip oldukları gibi tezler ortaya atılsa da ülkedeki su katılmaz gerçek hane gelirinin düşük, suç oranının yüksek olduğu mahallelerde polisin orantısız güç kullanmasıydı.
‘Video yoksa adalet yok!’
Floyd’un ölümünün üzerinden geçen bir yılın ardından ABD, o güne ve geçmişte yaşanan polis şiddeti vakalarına, hayatlarını kaybeden onlarca insanın cinayet dosyalarına, siyahların uğradığı polis şiddetine ve adalet sisteminin değişip değişmediğine bakmak zorunda kaldı.
Nekima Levy Armstrong bir sivil haklar avukatı ve bir aktivist. Armstrong’a göre, Derek Chauvin’in olay sırasında beraber olduğu üç polis de Floyd’un ölümünden sorumlu tutulur ve mahkum edilirse asıl bu büyük bir düşünce sistemi değişikliğine yol açacak ve buradan geri dönülmesi de pek mümkün olmayacak.
Floyd ailesinin avukatı Stewart: Video yoksa adalet yok!
Floyd davasında bu kadar ilerleme kaydedilmesinin sebebi de Amerikan hukuk sisteminin düzgün ve adaletli çalışması değil. Chauvin hakkında verilen mahkumiyet kararının sebebi insanların davanın peşini bırakmaması ve ciddi bir toplum baskısının oluşması.
Floyd ailesinin avukatı Chris Stewart ise eğer Floyd’un hayattaki son anlarına dair video kaydı olmasaydı kimsenin bu cinayetten haberi olmayacağını ifade ediyor. Stewart, özellikle Afrikalı Amerikalı vatandaşların adalete kavuşmaları için tek bir yol olduğunu söylüyor:
“Video yoksa, adalet de yok!”
Pandemi ve adalet talebi
Avukat Stewart’ın dikkat çektiği bir başka nokta ise pandemi.
Pandemi sayesinde herkesin Floyd’un ölümüne odaklandığını, George Floyd olayı yaşandığında herkesin evinde hapsolduğunu, işe gitmediğini, dolayısıyla normalde Minnesota’daki bir siyahın ölümünü umursamayacak insanların dahi bu olayı gördüklerini ve umursadıklarını söylüyor.
Floyd cinayetinin Amerika ve ırksal hesaplaşma için dönüm noktası haline geldiğini söylemek de abartılı bir ifade değil. Zira, Floyd’un ölümü Amerika’da onlarca yıldır görülmemiş bir ölçekte polis reformu çağrılarına yol açtı. ABD’nin polislik faaliyetlerinde ve polisin kullandığı güç konusunda kamuoyunun polise dair güveni çöktü ve reform önerilerinin çoğu, hükümet politikasında yüz yıllardır devam eden sosyal, ekonomik ve eğitimsel terazinin bozuk olması, onlarca yıllık acı, travma ve şiddeti iyileştirmeyecek.
Siyahların Hayatı Değerlidir: Markaya dönüşen hareket
Lakin Floyd’un ölümünden sonra bazı somut değişiklikler de oldu.
Eyaletler düzeyinde çok sayıda polis reformu yasası getirildi. Güç kullanımının sınırlandırılması, disiplin sistemlerinin elden geçirilmesi, daha sivil bir gözetim kurulması ve suiistimal vakalarında şeffaflık sağlanması gibi maddelerin yanı sıra toplumsal farkındalık konusunda da birçok adım atıldı.
Kurumsal şirketler milyarlarca dolarlık bütçeleri ırk eşitliği amacı için ayırdı. Amerikalılar ve özellikle beyaz Amerikalılar, son yıllara kıyasla Black Lives Matter (Siyahların Hayatı Değerlidir) hareketini destekleme, ırk ayrımcılığının büyük bir sorun olduğunu daha net ifade etme konularında ilerleme kaydettiler ve polis gücünün orantısız bir şekilde Afrikalı-Amerikalılara zarar verdiğini inkar etmeme olasılıkları da daha yüksek hale geldi.
Ocak ayında göreve başlayan ABD Başkanı Joe Biden göreve gelir gelmez ırksal eşitliği gündeminin merkezi haline getirme sözü verdi.
Floyd cinayeti, değişiklik yapma konusunda yeni bir enerji yaratsa da ve ölümü ırksal adaleti ön plana çıkarıp, daha önce hiç olmadığı kadar çok ırklı bir tepki getirse de bu değişikliklerin ne kadar kalıcı olacağı net değil.
Amerikalıların yüzleşmesi gereken noktalardan biri de aslında bu sorun asırlık bir sorun ve polis teşkilatı, polis memurları ne kadar önlem alınırsa alınsın kendilerini düzeltemiyorlar ve bunu yapmaya da mecbur bırakılmadılar. Bu konudaki teşvikler ve yaptırımlar hiçbir zaman yeterince güçlü olmadı.
George Floyd’un hayatını kaybettiği Minneapolis yani Floyd’dan sonra Siyahların Hayatı Değerlidir hareketinin merkezindeki şehir, polislik, eşitlik ve ırksal adalet konusunda kendi mücadelesine devam ediyor.
Sokaklarda “Adalet yerini buldu” duygusu yok ama en azından hesap verebilirlik konusunda bir gelişme olduğu kesin. Kaldı ki, Minneapolis polisi yetersiz personel krizi yaşıyor. Floyd cinayetinin ardından eyalette yaklaşık 200 polis kişi istifa etti ve rozetlerini bıraktı.
Geride kalan memurların moralinin bozuk olduğu söylenirken, ABD Adalet Bakanlığı da emniyet teşkilatının uygulamalarını ve kültürünü soruşturuyor. Şehirde suç oranlarında belirgin bir artış yaşanıyor. Ve bugünlerde tekrar aynı soru gündemde: Polisle ilgili tartışmayı neden beyazlar yürütüyor?
Sivil haklar avukatı Nekima Levy Armstrong’la başladık, onunla bitirelim. Armstrong, emniyet teşkilatını en sert eleştirenlerden biri ancak bu konuyla ilgili olarak polis ve toplum şiddetine en fazla maruz kalanlar siyahlarken, onlara kimsenin danışmadığını söyledi.
Yani ABD bir yılın ardından döndü dolaştı aynı yere geldi. Tıpkı kadın cinayetlerini sadece erkeklerin tartıştığı bir platformda olduğu gibi, sorunun asıl muhataplarıyla konuşmaktansa konuyu kendi arasında ele almanın da bir sonuç vermeyeceği aşikar.
BBC Türkçe
Haber, değiştirilmeden kaynağından otomatik olarak eklenmiştir